Her şehrin kendine has, kendine ait özellikleri vardır. Bu özellikler Erzurum’da çok iyi izlenebilir. Belki geri kalmışlığımızın, üretme gücümüzün olmayışı bu genetik özelliklerde aranabilir. Bu konuyla ilgili çevremizden, arkadaşlarımızdan ve kendi gözlemlerimizden sonuç çıkarabiliriz. Bu yazıya kızacaklar, bağıracaklar hatta hakaret edecek olanlar çıkacaktır. Ancak sağlıklı düşündüklerinde yazılanları doğrulayacaklardır. Sözü fazla uzatmadan bir iki örnek izninizle sıralayalım.
El ARABASININ HİKAYESİ
1970’ler Erzurum’da üretici sanatkârlar atölyelerini üretim için dönüşüme tabi tutuyor ve piyasa için mal üretiyorlardı. El arabaları da bu kategori içinde bulunuyordu. Üretici esnaf ürettiği malı bir türlü satamıyor en yakın inşaat malzemesi satanlar bile ürünü komşusundan almıyor İstanbul’dan gelen malları satıyorlardı.
Üretici olan hemşerimizin bütün çabaları boşa gitmiş çareyi ürettiği arabaları İstanbul’a götürüp toptancısına satmakta bulmuştu.
Ürünü alan toptancı arabalara kendi soğuk mührünü vurarak piyasaya satışa çıkarılmış bir müddet sonra aynı arabalar Erzurum esnafının vitrinlerinde yer almıştı.
Esnaf hemşerilerimiz İstanbul’dan gelen arabaları satıyor, diğer taraftan gördünüz mü işte araba dediğin böyle olur şeklinde konuşuyorlardı.
Arabaları üreten ustamız ise olan biteni şaşkınlıkla seyredip işçin için üzülüyordu.
DÖKÜM FABRİKASININ HİKAYESİ
1980’lerde Dr. Cemil Çil ve kardeşleri Organize Sanayi bölgesinde bir döküm fabrikası kurup üretime başladılar. Fakat fabrika piyasaya bir türlü ürünlerini satamıyor ekonomik sıkıntılarla boğuşuyordu.
Şehrin ihtiyaç duyduğu döküm mamulleri dışarıdan getiriliyor kendi yerli ürünü kimse almıyordu.
Şirket yöneticileri günün birinde karar verdiler. Fabrikayı Adana’ya taşıyacaklardı. Hazırlıklar yapılıp makineler arabalara yüklenip Adana’ya götürüldü. Adana’da vardiya usulü döküm parçaları üretiliyor ve yurt içine satılıyordu. Ürün yetiştirmekte ustalar zorlanıyor fakat nakilden dolayı şirket sahipleri seviniyorlardı. Nasıl sevinmesinler. Erzurum’da bulamadıkları müşteriyi Adana’da bulmuş rahatlamışlar, dedikodulardan kurtulmuşlardı.
TURALIOĞLU GALVANİZLİ SAÇ FABRİKASININ HİKAYESİ
1980’lerde Turalıoğulları “Organize Sanayi” bölgesinde galvanizli saç fabrikası kurdular. Fabrika yeni ürünleri kaliteliydi. Tahtacılardaki mağazalarına satmak için koydular. Piyasaya satmak için çaba sarf ettiler. O da ne gelen İstanbul ürünü istiyor bir türlü Erzurum ürünü olan saçları almıyorlardı. Böyle birkaç yıl dayandılar. Günün birinde karar verip fabrikayı İstanbul’a taşıdılar. Artık ürünler İstanbul’da üretilip Erzurum’a getiriliyor ve satılıyordu. Kimse malın kalitesini sormuyor, kaybeden Erzurum oluyordu.
AŞKALE ÇORAP FABRİKASININ HİKAYESİ
1990’larda Aşkale’de bir kısım müteşebbis bir araya gelerek çorap fabrikası kurdular.20'ye yakın işçi alıp eğittiler ve tezgâhların başına geçirip üretime başladılar. Çoraplar üretiliyor fakat Erzurum piyasasında bir türlü müşteri bulamıyorlardı. İşverenler firma sahipleri çareyi çorapları üretip İstanbul’a satmakta buldular.
İstanbul’a giden ürünler İstanbul’da etiketlendikten sonra tekrar Erzurum’a getirilip çorapçıların vitrinlerinde yerlerini aldılar. Aynı durum Fuar alanı yanındaki çorap fabrikasının da başına gelerek burası da Aşkale’nin akıbetine uğruyor ve bir müddet sonra kapılarına kilit vuruyorlardı.
ERZURUM KAR ÇORAP FABRİKASI
Erzurum’da bir kısım müteşebbis bir araya gelerek çorap fabrikası kurmuşlar ve adına da “Kar Çorap” demişler. Lakin ürettikleri çorapları yörede bir türlü satamamışlar. Çareyi İstanbul’a göndermede bulmuşlar. Çoraplar fabrikadan çıkınca çuvallara dolduruluyor ve İstanbul’a gönderiliyordu. İstanbul’da çoraplar ütüleniyor, markalanıyor ve “Aytuğ Çorapları” olarak tekrar Erzurum’a satılıyordu.
DEDEBEYOĞLU KAZAN FABRİKASI
Erzurum’da artık kaloriferli binalar yapılmaya başlamıştı. Ilıca yolu üzerinde bir makine mühendisimiz olan Erdal Dedebeyoğlu fabrika kurarak kazan üretmeye başladı. Ancak müteahhitler Dedebeyoğlu kazanlarını değil de Trabzon’dan aldıkları Hürsan kazanlarını aldılar. Zor duruma düşen Erdal Bey tesisleri kapatarak İstanbul’a gitti.
Müftü Solakzadeye Sormuşlar
Solakzade âlim bir insan Erzurumlu ve ömrünü ilme adamış. Fakat bir eser yazmamıştır. Bunun sebebi ise;
Günün birinde İstanbul’dan birisi Erzurum’a gelip Solakzade’ye misafir olur. İlerleyen her gün adam Solakzadeye hayran kalır. Bir gün dayanamaz Üstadım şu bilgilerinizi yazında bizler ve gelecek kuşaklar faydalansın der.
Solakzade durup, düşünür şöyle bir cevap verir. Evet, yazmak istiyorum ancak şu iftiracıların iftirasından bir kurtulabilsem….
Alvarlı Efe’nin Gazeli:
Erzurum’un yetiştirdiği bu değerli Âlimimiz yazdığı bir gazelinde yaşadığı sıkıntıları bakın ne güzel söylemiş. Gazel dillerden düşmezken insanımız manasını hiç herhalde düşünmemiş ve ibret almamıştır. Efe Bakın ne güzel başlamış ve sonunda da ne söylemiştir.
Seyreyle Güzel Kudreti Mevla Neler Eyler
Şol yüzleri dost, özleri düşmandan usandım
Reyhanî’nin Feryadı:
Bakın Büyük üstat Reyhanî neler söylemiş, feryatlar etmiş anlayana çok şeyler demiş.
Gidirem
Öz canımdan çok sevdiğim Erzurum
Çaresiz dişimi sıktım giderim
Gafillerden darbe yedi gururum
Çaresiz dişimi sıktım giderim