Hayata anlam veren tek canlı insandır. Hayatın anlamı insanda gizlidir. Eğer insan kendisini bilmeye çalışmasaydı hayat diye bir şey olmayacaktı. Bu bakımdan insanı anlamadan hayatı anlamanın imkânı yoktur. İnsanların çoğu günlük yaşantısını sürdürmek için anlamlandırmalar yapar. Bunlar daha çok yüzyılların getirdiği alışkanlıklar düzeyindedir. Milyarlarca insanın arasından sıyrılarak hayattaki asıl anlam arayışını sürdürenler ise etkileyici psikolojileriyle bazı hükümdarlar, askerler, devlet adamları, peygamberler, mistikler, filozoflar, şairler, yazarlar, ressamlar ve müzisyenler olmuştur. Bu insanlar kültürlerin ve uygarlıkların asıl belirleyicileridir. Onları tanımak, hayatı ve insanları anlamak açısından son derece önemlidir. Bu etkileyici ve belirleyici insanlar tarih boyunca merak konusu olmuştur. Schopenhauer’a göre insanlar genel gerçeklere karşı duyarsız olsalar da bireysel gerçeklere o kadar tutkuludurlar. Söz konusu şahsiyetler üzerinde tarihin değişik dönemlerinde onların hâl ve hareketlerinden, beden, yüz yapılarından, sözlerinden, yazıp çizdiklerinden hareketle yorumlar yapılmıştır.
Uzun zamandan beri ben de Türk şairler ve yazarlar üzerine çalışıyorum. Bu kez 17. yüzyıla giderek hemşehrim Nefî’yi araştırdım. Nefî’nin Türkçe Divan ve Siham-ı Kaza adlı eserlerine, hakkındaki çeşitli kaynaklara ulaştım. Nefî’nin yaşamına psikoloji, psikiyatri, sosyoloji, tarih ve diğer bilimlerden bakarak nasıl bir psikolojiye sahip olduğunu çıkarmaya çalıştım. Erzurum’dan başladığı hayat yolculuğunun İstanbul’da siyasal, sosyal ve dinsel etkenlerle nasıl şekillendiğini anlattım. Narsist, nevrotik, psikopatik davranış, duygu ve düşüncelerin Nefî’nin genel psikolojisini oluşturduğunu gördüm. Yaşadığı toplumun ve dönemin Nefî’yi nasıl bu hâle getirdiğini çözümlemeye çalıştım. Bu nedenle kitaba psiko (ruh), pato (hastalık), grafi (yazı) sözcüklerinden oluşan, psikobiyografinin bir alt dalı olan psikopatografi adını verdim. Kitap bir şairin daha çok psikopatolojik yönlerini anlatması itibarıyla bu alanda yapılan muhtemelen ilk çalışmadır. Nefî’nin psikolojisini anlatırken “Narsist Kişilik, Mistik Narsisizm, Babanın Sorumsuzluğu ve Patrimonyal İktidar, Saldırganlık-Psikopati-Öldürme, Hiciv ve Sövgü Psikolojisi, Melankolik Psikolojisi, Dinî Tartışmaların, Siyasi ve Kişisel Entrikaların Arasındaki Ölümü” gibi dikkat çekici 24 başlık kullandım. Nefî hakkında bu zamana kadar akıllara pek gelmeyen yorumlar yaptım. Şimdi bunlardan birkaçını sizinle paylaşmak istiyorum:
Nefî, narsistik kişiliğini peygamberleri anarken de gösterir. Kendisini Hz. Peygamber ile insanlar arasında bir elçi gibi görmekle birlikte vahiy ve peygamberlerle de eş tutar.
Nefî afyonun ve esrarın neşesini şarabın verdiği neşeye hâşâ diyerek benzetmek istemez. Keyiflendirici maddelerin her birinden içen şair, bunların arasında bir kıyaslama yaparak kendi zevkini ortaya koyar.
İnsanların duygularına karşı duyarsız olan narsist karakterler; acımasız, yıkıcı ve sadist olabilirler (Lowen, 2012: 65). Bu davranışların görülmesi Nefî’de psikopati olduğunu gösterir.
Nefî sevmediği kişilere hınzır, kâfir, Ģum (hayırsız), zalim, gulampare (oğlancı) leng (topal), pezevenk, fâhişe, cadı, puşt, kahpe, kavat, kuduz ve innin (iktidarsız) gibi hakaret ve küfür sözcüklerini söyler.
Nefî bazı gazellerinin beyitlerinde İslam’ın kutsallarına umursamaz davranarak onları gereksiz görür. Ona göre âşık olan biri için ne Kâbe’ye ne de putevine gerek vardır.
Nefî’nin öldürülmesi için siyasetişeriyye kapsamında ulemadan fetva veren din adamları Kadızâdelilerden, onların takipçilerinden ya da onlarla aynı düşünceleri paylaşanlardan birileri olmalıdırlar.
Aktardığımız bilgilere göre Nefî’nin cesedi teşhir edildikten sonra cesedinin ortadan nasıl kaldırılacağı muhtemelen celladın kararına bırakılmıştı. Cellatlar da kendi kararları doğrultusunda rivayetlerde yer aldığı gibi cesedini denize atmış olabilirler.
Kitap için bana facebook ve İnstagram sayfalarımdan ulaşabilirsiniz.