Erzurum; tarihi, kültürü ve yetiştirdiği insanlarla Türkiye’de önemli bir yere sahip. Tarihi MÖ 4900’lere kadar gidiyor. Tarih boyunca Urartular, Kimmerler, İskitler, Medler, Persler, Romalılar, Sasaniler, Araplar, Selçuklular, Bizanslılar, Sasaniler, Moğollar, İlhanlılar ve Safeviler gibi devletlerin idaresinde kaldı. 1514 yılında şehir ve çevresi Osmanlı Türklerinin idaresine geçti. Şehir, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna öncülük etti.
Erzurum’da Çifte Minareli, Yakutiye, Ahmediye ve Kurşunlu gibi medreseler kuruldu. Bunlar tarih boyunca dinsel ve kültürel eğitim-öğretimin merkezleri oldu. Bu kurumların doğrudan ve dolaylı etkileriyle şehir bir ilim ve kültür merkezi hâline geldi. Birçok mutasavvıf, din adamı, şair ve yazar yetişti. Erzurumlu İbrahim Hakkı, Divan Şairi Nefi, Erzurumlu Darir, Erzurumlu Emrah, Alvarlı Muhammed Lütfi, Muhammed Sadık Efendi ve Ömer Nasuhi Bilmen gibi değerli insanlar Türk kültürüne katkılarda bulundular. Erzurum Cumhuriyet kurulduktan sonra da birçok eksiği olsa da ilim ve kültür merkezi olmaya devam etti.
Erzurum bu ilim ve kültür mirasını modern çağın anlayışı olan felsefe (akıl) ve bilim doğrultusunda ne yazık ki yenileyerek dönüştüremedi. Bunun elbette ki değişik sebepleri var. Bana göre bu sebeplerden en önemlisi, Erzurum’da felsefe geleneğinin oluşmamasıdır. Erzurumlu şairler, Erzurumlu yazarlar, Erzurumlu din adamları, Erzurumlu sanatçılar diyebiliyoruz ama Erzurumlu felsefeciler diyemiyoruz. Diyebilirsiniz ki Doğu dünyasında dahi tam anlamıyla olmayan felsefenin Erzurum’da olmasını beklemek bir hayal değil mi? Evet bunda haklılık payınız olabilir ama Cumhuriyet’in kurulmasıyla felsefeye (akla) ve bilime önem verildi. Türkiye’nin en köklü kurumu Atatürk Üniversitesi akıl ve bilim üretmesi için burada kuruldu. Üniversitede kendi alanlarında yetkin çok değerli bilim insanları görev yaptı. Bugün Atatürk ve Erzurum Teknik üniversitelerinde felsefe geleneğini oluşturabilecek çok değerli bilim insanları var. Bu potansiyele rağmen felsefi düşünüş şehirde görünür hâle getirilemedi. Şehirde felsefe geleneğinin oluşamaması düşünsel boşluk oluşturdu. Bu düşünsel boşluğu ise değişime ayak direyen kurumlar ve kişiler doldurdu. Öne çıkan özellikleri bilerek veya bilmeden felsefe (akıl) ve bilim karşıtı olmalarıydı. Onlar insanlarımıza kendi bildikleri her şeyin kesin ve tartışılmaz doğrular olduğunu söylediler. Yıllardır onların etkisinde olan ve temiz düşüncelerle hareket eden insanlarımız da bunları kabullendi. Bu anlayış, düşünmeyi ve sorgulamayı unutturdu. İnsanlarımız yaşadıklarının ve bildiklerinin doğru olup olmadığını irdeleyemedi. Farklı anlayışlar ve düşünceler oluşmadı. Bu yolda yapılan bazı çalışmalar ise şehirde egemen olan kalıntı yapılar tarafından baskılandı. Özgür, ussal, eleştirel ve bilimsel düşünce daha doğmadan boğuldu. Bir anlamda felsefe ve bilimi savunanlar, felsefe ve bilim karşıtları karşısında zayıf kaldı. Böylece insanlarımız kendilerine söylenenleri hemen benimseyen ve sert bir şekilde savunan, her şeye tek bir açıdan bakan bir topluma dönüştü.
Uzun yıllar boyunca süren bu yapı, benim gördüğüm kadarıyla çatırdıyor. Son Erzurum ziyaretimde bunun belirtilerini gördüm. Konuştuğum ve yazılarını okuduğum bazı Erzurumlu yazarlarda da bu düşünce değişimini tespit ettim. Kaldı ki internetin ve yapay zekânın hâkim olduğu bu çağda gerçeklerin daha fazla saklanması, felsefe ve bilimin göz ardı edilmesi mümkün değil. Biraz felsefe ve bilim tarihi okuyanlar bilir. Felsefe ve bilim ilerledikçe karşıtları hep geri çekilmiştir. Felsefe ve bilimi göz ardı edenler kendilerini yok etmiştir. Erzurum’da da aynı şeyler gerçekleşecektir. Erzurum’un kabuğunu tam anlamıyla kırması için yıllardır bir köşede duran felsefe ve bilim potansiyelini harekete geçirmesi yeterli olacaktır. İnanıyorum ki böyle bir gelişmede Atatürk gibi akla ve bilime önem veren, Spinoza ve Kant gibi düşünmeye cesaret edebilen insanlarımızın sayıları hızla artacaktır. Ünlü matematikçi Cahit Arf’in söylediği gibi “Erzurum’u çok eski bir kültür merkezi olma vasfını modern manada kazanmış olarak görmek istiyorum.”