Savaş savaştır. Savaşın tek bir kuralı vardır: savaşmaktır. Peki, savunma pasif bir savaş değil midir? O zaman madem ben savaştayım, ne diye pasif olarak savaşayım? Hedef almak varken neden hedef olayım?
Elbette savaş, günümüz modern zamanların ruhu ve gerçekliği ile farklı formlara dönüşmüş olabilir. Modern zamanlar, hakikatin alanını daraltırken, kavramları da seküler bir bağlam içinde yeniden tanımlamaktadır. Bu yeniden tanımlama sürecinde bazı kavramlar, asli bağlamından koparılarak teknik bir çerçeveye indirgenir. “Savaş” da bu kavramlardan biridir. Savaş, artık yalnızca cephelerde gerçekleşen mekanik çatışmaların adı değildir; fikir alanında, kültürde, ekonomide ve hatta bireyin kendi iç âleminde süreklilik arz eden bir varlık mücadelesinin adıdır. Bugünün savaşları aynı zamanda siber uzayda, ekonomide, psikolojik mücadelede veriliyor.
"En iyi savunma iyi bir saldırıdır" ifadesi, genellikle proaktif önlemler almanın tehditleri veya zorlukları yalnızca tepki vermekten daha etkili bir şekilde önleyebileceği fikrine atfedilir. Kökeni, saldırgan bir yaklaşımın genellikle rakipleri caydırdığı ve avantajları güvence altına aldığı askeri stratejiye kadar uzanabilir.
“En iyi savunma saldırıdır.” ne demektir?
Bu, bir kişinin, bir milletin ya da bir fikrin sadece kendini koruyarak ayakta kalamayacağını, yaşamak istiyorsa varlık alanı açmak zorunda olduğunu anlatır. Savunmak; bir nevi geri çekilmek, hatta zamanla siperlere gömülmek demektir. Oysa yaşamak, yürümekle mümkündür. Yürümekse irade ister, hedef ister, yön ister. Yani saldırmak, yani hareket etmek. Burada "saldırı", kaba kuvvetle düşmanı ezmekten çok, inisiyatifi ele almak, oyun kurmak, düşmanı kendi planına mahkûm etmektir.
Biz Müslümanlar, “ölmek için değil yaşatmak için” savaşırız. Bizim savaşımız bir yıkım değil; adaleti ikame savaşıdır. Bizim saldırımız bir intikam değil; zulmü durdurmak için atılan adımdır. Tarih boyunca ta Peygamber (s.a.v.)'den itibaren savaş istenmemiş, ancak savaş hali zuhur edince savaşa girişilmiştir. Bu arada savaştalarda “hamleni yap bre kâfir” denerek ilk hamlenin karşı taraftan gelmesi istenmiştir. Bu bir savunma hali değildir. Savaş şartları meydana gelse bile son bir defa rakibe iyiye, doğruya, güzele yani hakikate davettir. İslam'da savaşın gayesi insanları hakikatle buluşturmaktır. Bir yerde insanların hakikatle buluşması engelleniyorsa, orada savaş şartları başlamış demektir.
Müslümanlar her an savaşa hazır olmak zorundadır. Bu bir tercih değil, Rabbimizin emridir:
"Onlara karşı, gücünüz yettiği kadar kuvvet toplayın, Müslümanca yaşamanız için en etkili ve üstün silah gücüne sahip olun. Sözgelimi, güçlü süvari birlikleri oluşturmak üzere savaş atları ve elinizdeki imkân ve içinde bulunduğumuz şartlara göre gerekli olan her şeyi hazırlayın ki, böylece hem Allah’ın düşmanı, hem de sizin düşmanınız olan insanları ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, fakat Allah’ın bildiği ve gelecekte Müslümanların başına belâ olabilecek kimseleri korkutup savaştan caydırabilesiniz. Fakat bunu gerçekleştirmek için, tüm malınız ve canınızı ortaya koymanız gerekiyor. Unutmayın ki, Allah yolunda her ne harcarsanız, size karşılığı eksiksiz ödenecek ve asla haksızlığa uğratılmayacaksınız." (Enfal Suresi, 60 - Yediveren Yay. Kur’an Meali)
Bugün savaşları sadece kıtal olarak, fiziki savaş olarak düşünemeyiz. Fiziksel savunma bizi yok olmaya götürdüğü gibi, metafizik alandaki savunma da bizi yok olmaya götürür. Aslında esas yok oluş buradan başlar. Fikrî savaşların, kültürel kuşatmaların, ahlaki çöküntülerin ortasında savunmada kalmak, bizi yok olmaya götürür. Tepkisel kalmak, sadece savunmak ve karşı tarafın hamlelerine göre pozisyon almak, bizi pasifleştirir. Hâlbuki biz, sözü olan bir medeniyetin çocuklarıyız. Bizim için savaş, sadece düşmanı durdurmak değil, hakikatin yeryüzünde hâkim olması için kıyam etmektir.
O hâlde “saldırmak”, bu kıyamın bir parçasıdır. “Savunmak” ise yerinde ve zamanında yapıldığında bir hikmettir.
Savunma, özne olmayı değil; başkalarının eylemlerine bağlı yaşamayı kabullenmektir.
Savunma, saldırıya göre yön tayin etmektir; yani yönü başkasının belirlemesidir.
Bu psikoloji, sadece siyasette ve savaşta değil; ilimde, düşüncede, eğitimde, medyada, ekonomide de belirleyici hâle gelmiştir. Bugün İslam dünyasında yazılan birçok kitap, konuşulan birçok konferans, kurulan birçok yapı; hep bir savunma psikolojisinin ürünüdür:
Her meseleye karşı temkinli, her gelişmeye karşı şüpheci, her harekete karşı savunmacı bir psikoloji içindedir. Bu savunma refleksi zamanla bir karaktere, daha da kötüsü bir kimliğe dönüşmüştür. Öyle ki, bugün birçok Müslüman toplumun zihinsel kodu şudur:
“Onlar ne yaparsa, biz ona cevap veririz. Onlar ne söylerse, biz ona karşı bir şey söyleriz. Ama biz kendimiz bir şey başlatmayız.”
“Aslında” ile başlayan cümleler, bir savunma psikolojisinin dışa vurumudur:
• “Aslında İslam bilim düşmanı değildir.”
• “Aslında Müslümanlar kadın haklarına karşı değildir.”
• “Aslında İslam terör değildir.”
Bütün bu cümleler kendimizi ele veriyor.
Müslüman coğrafyanın son iki asırlık tarihi, sürekli bir savunma psikolojisi ile şekillenmiştir. Bu savunma, yalnızca fiziki işgallere değil; fikrî, kültürel, iktisadî ve zihinsel istilalara karşı verilmiştir. Lakin mesele tam da buradadır: Müslüman, artık yalnızca savunmaktadır… Sürekli gard alarak yaşayan bir medeniyetin evlatları hâline gelmiştir.
Bugün İslam dünyası, varlığını savunarak sürdürmeye çalışmakta; fikir yerine tepki üretmekte, ideal yerine refleks geliştirmektedir. Bir saldırı olduğunda konuşmakta, gündem belirlendiğinde pozisyon almakta; ama kendi gündemini kurmak, kendi fikrini inşa etmekte zorlanmaktadır. Çünkü uzun yüzyıllardır zihinsel bir kuşatma altındadır ve bu kuşatma, silahla değil, önce fikirle yapılmıştır.
Bu yüzden artık yeni bir döneme geçmeliyiz. Savunma fazından çıkıp, taarruz moduna geçmeliyiz. Bunun ilk yapmamız gereken alan zihinde gerçekleştirmeliyiz; fikrî inşa fazına geçmeliyiz. İslam dünyası artık tepkiyle değil, teklif ile konuşmalıdır. “Biz de şunu yapabiliriz” değil; “Biz bunu yapacağız” diyebilmelidir.
"Yapacağız ama… Hatta amma…" diye başlayan cümlelere kulaklarımızı kapatacağız.
Şimdi o “ama”yı atma zamanıdır.
Yeni cümleye “biz” ile, “iman” ile, “niyet” ile, “teklif” ile başlama zamanıdır.
Bu milletin yükü sadece kendine ait değildir. Bu milletin kaderi ümmetin kaderidir.
Bu yüzden savunmasından önce, fikri inşa gereklidir.Zihinsel bir savunma psikolojisinden kurtulmalıyız ki fiziki taarruz haline gelebilelim.
Özgüven yoksa taarruz olmaz…
Bizde kaybedilen, yıkılan şey sadece toprak değildi, önce özgüvenimiz yıkıldı.
Kazanılması gereken şey sadece sınır değil, önce şuurdur.İşe kaybettiğimizyerden başlayacağız,yani ilk işimiz özgüven kazanarak olacak.Aşağılık kompleksini terketmenin yolu budur.
Bize lazım olan özgüvenimizi yeniden kazanmak ve potansiyelimizi fark etmek.Hem zihinsel anlamda hem de fiziki anlamda taarruza geçmenin yolu budur.
Potansiyekimizi fark etmezsek ve özgüvenimizi yeniden kazanmazsak , ne savunacak bir vatanımız, ne koruyacak bir sınırımız olur…