İnsan aslında doğadan ayrı bir varlık değildir. Bir bölgede yetişen bir bitkiyi, ağacı, ya da hayvanı bir başka yere götürdüğünüzde onları köklerinden koparmış olursunuz. Yeni yerlerinde yaşayabilirler ama bir şeyler daima eksik kalır. Çocukluğumda, bir başka köye satılan hayvanların acı acı ses çıkarmasına daha sonra da bir yolunu bularak önceki köyüne dönüşüne şahit olurdum. Şimdi anlıyorum ki alıştıkları insanlardan, suyunu içtikleri, otunu yedikleri topraklardan ayrılmak istemiyorlarmış. İnsanların da bunlardan pek farklı olmadığını düşünüyorum. Ben yaşı sekseni geçmiş Ermeni kökenli bir kadının doğduğu Sivas’ın bir köyünü yurt dışından her yıl gelip ağlayarak ziyaret ettiğini dinlemiştim. Son gelişinde vefat etmiş. Kadının akrabaları cenazesini yurt dışına götürmek istemişler. Köylüler, “Su toprağına sızdı, burada defnedelim.” diyerek ısrar etmişler. Akrabaları da buna razı olmuşlar. Sizler de değişik nedenlerle topraklarından ayrılmış insanların buna benzer özlem öykülerini duymuşsunuzudur.
Benim özlem öyküm de yaşım ilerledikçe ortaya çıktı. Oltu ve Erzurum’dan ayrılalı neredeyse otuz yıl oldu. Bulunduğum İstanbul’a uyum sağladım ama içimde bir eksiklik ortaya çıktı: Bunun adı memleket özlemi. Erzurum’a olan özlemim gittikçe büyüdü. Bu özlemden yine de memnunum zira insan daha çok duygulardan ibaret bir varlıktır. İnsandan duyguları çıkarırsanız geriye pek bir şey kalmaz. Bana göre bu duyguların en önemlisi ve güzeli özlemdir. İşte bu özlem, beni uzun yıllardan sonra bu ağustos ayında ailemle birlikte Reyhani’nin de dediği gibi “öz canımdan çok sevdiğim Erzurum’a” götürdü.
Erzurum Ovası’ndan şehre doğru ilerlerken Palandöken’i seyre daldım. Palandöken, Erzurum’u sarıp sarmalamış insana güven veren, 3.271 metre boyundaki iri cüsseli bir koruma gibi duruyordu. Atatürk Üniversitesinin yanındaki ana yoldan ilerlerken trafik arttı. Başka şehirlerin plakalarını taşıyan çok sayıda araba vardı.Belli ki diğer şehirlerde yaşayan Erzurumlular özlem gidermek için şehre gelmişlerdi.
Ana caddeleri gayet bakımlı ve temizdi. Eski binalar yıkılmış, bunların yerine yenileri yapılmış. Yeni yerleşim alanları ve binalar şehre modern bir yüz kazandırmış. Birçok bina restore edilmiş. Özellikle kale çevresi eski Erzurum evlerinin yapılmasıyla yenilenmiş. Buralarda şehrin kültürel özelliklerini yansıtan mekânlar açılmış. Bir açık hava müzesi olan şehirde tarihî eserler gayet bakımlıydı. Yeni yapılan Erzurum Müzesi gezenleri kendisine hayran bırakıyor. Burada insanlığın gelişimi, Erzurum’un tarihî ve kültürel zenginliği bilimsel bilgi ve görsellerle sergilenmiş. Müze beni Erzurum’da bilimsel düşüncenin yeşermesi bakımından ümitlendirdi. Belediye halkın rahatça vakit geçireceği tesisler inşa etmiş. Türkiye’de 2750 metrede tek kafe bulunuyor, o da Erzurum’da. Palandöken’in zirvesine yakın bir yerde kurulan Teras Kafede Erzurum’u ve uçsuz buçaksız ovasını serin rüzgârın eşliğinde özlemimi içime çeke çeke, sıcak ve demli çayımı yudumlayarak seyretmek benim için müthiş bir keyif oldu.
Akşamleyin Cumhuriyet Caddesi'nde yürümeye çıktım. Daha önce görmediğim bir kalabalıkla karşılaştım. Caddenin her iki tarafından insanlar akıp gidiyordu. İş yerleri ve yeme içme mekânları capcanlıydı. Fiyatlar İstanbul’a göre oldukça uygundu. Geleneksel ve muhafazakâr şehirde insanların giyimleri değişime uğramıştı. Genç kesim modern giyimleriyle daha fazla dikkat çekiyordu. Bu değişim bana göre düşünsel bir değişimi de dışa vuruyordu. Erzurum bu anlamda değişerek gelişiyordu.
Gündüzleri sıcak olan Erzurum, akşamları soğuk sayılabilecek bir havaya bürünüyordu. Gündüzleyin arabada unuttuğum şişedeki su, ağustosun gecesinde soğumuştu. Erzurum akşamlarında insanlar uzun kollu elbiselerini giymişlerdi. Buna rağmen dondurma almak için sıraya giren insanlar çoktu. Belli ki bizim Erzurumlular soğuk hava da olsa yaz havasını yaşamak istiyorlardı.
Oltu’ya gitmek için daha önce defalarca yolculuk yaptığım 2400 metre yüksekliğindeki Kireçli Tepe’yi aştım. Sağı solu yer yer uzun sıralı kavaklarla süslenmiş kıvrımlı yollardan geçerek Oltu’ya ulaştım. Kehribar gözlü Oltu’mun çehresi modern binalarla değişmiş. Oltu Kalesi ilçenin ortasında görkeminden bir şey kaybetmeden gövde gösterisine devam ediyordu. Her caddesinde anılarım var. Her adımımda onlarla yürüdüm. Kalenin önündeki tesbihli ele el sallayarak ayrıldım kehribar gözlümden. Daha sonra Tortum Şelalesi’ne gitmek için yola çıktım. Yolun sağında ve solunda kocaman taşlardan oluşmuş, bir heykel gibi duran dağların arasından sırtı şeritli bir yılan gibi kıvrılan yollardan geçerek Tortum Gölü’ne vardım. Çocukluğumda anlatırlardı. Tortum Gölü’nün yanındaki sarp kayalık dağdan geçen yoldan nice arabalar ve yolcular göle uçmuş. Nice canlar yanmış yakılmış. Bu yüzden olsa gerek Tortum Gölü bana keskin çizgilerle şekillenen dağların arasında yuvalanmış avını sabırla bekleyen yeşil bir devmiş gibi gelir. Bu devi, Türkiye’nin en uzun ve en geniş alanına sahip cam seyir terasına çıkarak bir kez daha seyrettim. Bu bölge bence adrenalin tutkunları için mükemmel bir seçenek. Tortum Şelalesi’ne ulaştığımda ise gölün ürkütücülüğü kayboluverdi, yerini ferahlığa bıraktı bende.
Mezun olduğum Atatürk Üniversitesi de kendisini değiştirerek dönüştürmüş. Yeşil ve planlı yerleşkesi iki katına çıkmış, bir şehir hâline gelmiş. Erzurum Teknik Üniversitesi de büyük abisinin izinde ilerliyor. Türkiye’nin diğer illerinde çeşitli görevlerde bulunan Atatürk Üniversitesi mezunları, üniversitelerine gönülden bağlılar. Üniversite onlarda ortak bir aidiyet duygusu oluşturmuş. Benim bildiğim kadarıyla mezunlarının sayısı üç yüz bin civarında. Atatürk Üniversitesi bu potansiyelini değerlendirerek bir “üniversite turizmi” başlatabilir. Bu girişim Türkiye’de bir ilk olur. Atatürk Üniversitesi, kendi mezunlarını, mensuplarını buluşturmak, kendisini ve Erzurum’u genç nesillere tanıtmak amacıyla binlerce mezununu aileleriyle birlikte şehre davet edebilir. Bunun için uygun konaklama imkânları programlar ve etkinlikler hazırlabilir.
Atatürk Üniversitesinde kurulduğu günden beri yüzlerce yetkin bilim insanı görev yaptı.Üniversitenin geçmişle bağını kurarak kurumsal kimliğini güçlendirmek için bu bilim insanlarını anması ve öğrencilerine tanıtması gerekir. Bunun için bilim insanlarının heykelleri görev yaptıkları fakültelere dikilebilir veya bu bilim insanları başka bir yöntemle görünür hâle getirilebilir. Vefat eden edenlere yönelik programlar düzenlenebilir, yaşayanlar üniversiteye her yıl düzenli olarak davet edilebilir. Bunlar üniversiteye ve Erzurum’a çok büyük katkılar sağlayacaktır.
Güzel şehrimin yerleşim yerleri, üniversiteleri, kurumları ve insanlarıyla modern dünyaya ayak uydurmasına sevindim. Erzurum’un çözüm bekleyen sorunları vardır ama ben Erzurum’u dışarından böyle gördüm. Erzurum’a katkı sağlayan herkese teşekkür ediyorum. Anılarımla vakit geçirdim, özlem giderdim. Bilmiyorum bir daha ne zaman gelirim anılarım. Şimdilik hoşça kalın. Reyhani Erzurum’dan ayrılırken “Üç kez geri döndüm, baktım, gidirem.” demiş. Ben ise Palandöken’i seyrederek geldiğim şehirden aynı şekilde ayrıldım hüzünle…