“Tuna nehri akmam diyor
Etrafımı yıkmam diyor
Şanı Büyük Osman Paşa
Plevne’den çıkmam diyor”.
Namık Kemal “Tuna elden giderse vatan elden gider” demiş, Balkanlarda yaşanacak faciayı önceden haber vermişti. Çünkü Tuna tabii hududu temsil ediyordu. Tuna boylarının kaybedilmesi vatanın kaybedilmesiyle eş anlamlıydı. Nitekim öyle oldu. Tuna boylarını kaybeden Osmanlı Devleti Birinci ve İkinci Balkan savaşlarıyla tüm topraklarını kaybetti. Kaybedilen vatandı. Namustu. Yüzlerce yıllık hatıraydı.
Balkan Savaşları, Osmanlı İmparatorluğu’nun 8 Ekim 1912 - 10 Ağustos 1913 arasında Balkanlardaki dört devlete karşı yaptığı savaştı. Çatışmaların temel nedeni dünkü vilayetlerimizde kurulan Bulgaristan, Sırbistan, Yunanistan Krallıklarının hızlanan yayılma ve büyüme istekleriydi.
Balkan savaşının kaybedilmesi toplumsal bozguna dönüştü. Milyonlarca “Evladı Fatihan” torunları tüm varlıklarını bırakarak göç yoluna düştüler. Sonu belli olmayan geleceğe yelken açtılar. Türkler ellerindeki neleri varsa geride bırakarak canlarını korumak için yollara düştüler. Bir tarafta iklimin getirdiği zorluklar, ötede Bulgar, Rum, Sırp çetelerinin acımasız davranışları. Türkler “Tehcire” tabi tutuldular. Bu gelişme zamanla tam bir soykırıma dönüştü. Rumeli elden çıktı.
Balkan Savaşının en dramatik görüntüsü Belgrad Kalesinde esir düşen Tük komutanı Fuat beyin bir tabure üzerinde başı elleri arasında toprağa, onun derinliklerine bakarken çekilmiş Fotoğrafıydı. Etrafta bulunan birkaç gazeteci uzaydan gelmiş bir yaratık gibi seyrediyorlardı.
Diğer taraftan Doğuya yani Payitahta giden trenlerdeki dramlardı. İnsanlar trene binmek için birbirini eziyordu. Asker, sivil kalabalıklar belli belirsiz istasyona doluşuyor, trenlerde yer kapmak için olağanüstü gayret ediyorlardı. Trenlerin içinde ışık geçecek yer kalmamış, vagonların üstleri de insanlarla dolmuştu. Topraklar, evler, sedirler, yükler ve hepsinden önemlisi mezarları da geride bırakmışlardı.
Trakya’daki bakımsız yollar, kağnı arabaları, at arabaları, yaya olarak sırtında çocuğunu taşıyan annelerle dolmuştu. Yağan yağmurlar, meydana gelen seller etrafı bataklığa çevirmiş, yol iz kalmamıştı. Tüm bunlara karşı insanlar canlarını kurtarmak için doğuya doğuya inlemeler, feryatlar içinde sel gibi akıyordu.
Kağnı tekerleklerinin izlerinde ayakları çıplak, şalvarı dizlerine kadar çekilmiş sırtında kundaktaki çocuğunu taşıyan zavallı, çaresiz bir anne… Bir tarafta soğuk iliklere işlerken, yağan yağmurlar her şeyi ıslatırken çocuğunu korumaya çalışan annelerin fedakârlığı…
Acılarının verdiği sıkıntı altında hayallerinde kalabilecekleri sıcak bir han, yudumlayacakları bir avuç su ve daha da ötesi geleneksel kaderciliğin verdiği bilgiyle öylece gidiyorlardı. Tren istasyonunda binenler trene binmiş, binemeyenler o acılı gözlerle kaderlerine ağlıyorlardı. Geride yere çökmüş iki kadın ve üç çocuklarının sahipsizliğinin fotoğrafı vardı. Yerlerinden kımıldamıyorlar. Binemeyeceklerini anlamışlar. Beyaz başörtülü mantolu kadınının kucağında kundakta çocuğu var. Yere çökmüş çarşaflı kadının yanında dondurucu soğuğa karşı basma entariden başka elbisesi olmayan küçük bir kız çocuğu dönmüş resmini çekene fotoğrafçıya bakıyor. İnsanlar, gene insanlar, sırtlarında taşıya bildikleri yükler… Tren dolu, umut yok….
İşte dersaadet kapıları sokaklar hınca hınç dolu.. Camiler, cami avluları, hanlar her yer muhacirlerle dolu. İşte…
Sirkeci İstasyonu. Aman Allahım tam bir facia… Cağaloğlu yokuşu muhacir arabalarıyla dolu… İstanbul’un her köşesi yırtık ayakkabılı, aç, susuz, yalın ayak başı açık insanlarla dolu.. Muhacirler sığınacak bir yer, başlarını sokabilecekleri kulübe aramakta. İstanbul başkent olalı böyle bir dram, acı, sefalet görmemişti.
Kaybedilen vatandı… Balkan Savaşının sonucuydu. Milyonlarca insan yerinden yurdundan edilmişti. İki Milyon insan hayatını kaybetmiş hakka yürümüştü. Osmanlı bu savaş sonunda elveda Rumeli demişti. Elveda Evladı Fatihan demişti.
Osmanlı orduları birkaç ayda dünkü tebaasının askerlerine yenilmişti. Orduya siyaset sokulmuştu. Siyaset orduyu perişan etmiş kısa sürede mağlubiyeti hazırlamıştı. İstihbarat çökmüş göz göre göre ordunun haber alma kaynakları yok olmuştu. Askerler birbirlerine düşmüş, birbirlerine ayak bağı olmuşlardı. Kim ne yapıyordu belli değildi. Ordunun disiplini bozulmuş ve mağlubiyet mukadder olmuştu.
Evet, Birinci ve İkinci Balkan mağlubiyetiyle 180 bin kilometre kare toprak kaybedilmiş, silah ve cephaneler düşman eline geçmiş, dünkü vatan artık düşmanların olmuştu…. Edirne bile kaybedilmiş, düşman Çatalca’ya kadar gelmişti. Osmanlı Devleti mağlup olmuştu. Neyse ki İkinci Balkan Savaşında Edirne kurtarılarak vatan toprağı olmuştu.
Tüm bu acı olaylar sebebi başta halife ve kurduğu hükümet olmak üzere askerlerin gırtlaklarına kadar siyasete bulaşmaları olmuştu.
13 Eylül 2025 ERZURUM