Her milletin kendini dünyada var olma amacıyla ortaya koyduğu büyük hedefleri vardır. Kısacası bu fikirlere "büyük idealler" denir.
İsrail'in hedefleri de “arz-ı mev‘ûd”… Yani İsrail'e vaat edilen topraklar. Onlar bu idealin peşindeler. Bu motivasyonla halkını güdüyor, motive ediyorlar. Bu aynı zamanda onların kutsal inançları. Tahrif olmuş Tevrat'ta böyle yazıyor. Onlara göre bu bir iman ilkesi…
Bugün İsrail’in politik hamlelerini belirleyen şey sadece askerî ya da diplomatik çıkarlar değildir. Siyonist ideolojinin arkasında dinî bir tahayyül, bir "kutsal toprak" miti yatmaktadır. Tahrif edilmiş metinlerde “Eretz Yisrael”, “Kenan Diyarı”, “vaat edilmiş topraklar” olarak geçen bu ideal, Yahudi kimliğinin temel motivasyon kaynaklarından biri hâline gelmiştir.
Tahrif edilen Tevrat’ta geçen “arz-ı mev‘ûd” kavramı, Yahudiler açısından bir inanç meselesidir. Bu motivasyon, sadece bir toprak iştahı değil, aynı zamanda bir dinî vecibe gibi görülmektedir. Onlara göre bu vaat, ilahî bir imtiyazdır. Oysa Kur’ân-ı Kerîm’in nüzulü ile birlikte Tevrat ve İncil’in hükümleri nesh edilmiş, yalnızca Kur’an hakikatin kaynağı olarak kalmıştır. Kur’an'da ise Yahudilere ebedî olarak verilmiş bir toprak vaadinden söz edilmez; aksine onların isyanları, peygamberleri yalanlamaları ve ilahî emirlere karşı nankörlükleri anlatılır.
Hz. Yusuf (a.s)’ın Mısır’da kölelik, zindan hayatı ve arkasından iktidara yükselişi ve ailesini Kenan diyarından yanına alışıyla başlayan süreç, İsrailoğulları’nın Mısır’daki refah dönemine evrilmiş, ancak Firavun’un zulmüyle köleliğe dönüşmüştür. Hz. Musa önderliğinde gerçekleşen çıkış ve Tih Vadisi’nde geçirilen 40 yıllık sürgün, Yahudi tarihinde derin izler bırakmıştır. Kur’an’da belirtildiği üzere İsrailoğulları Allah’ın kendilerine emrettiği toprağa girmeye cesaret edememiş, Allah’a ve Musa (a.s)’a isyan etmişlerdir. Bunun sonucunda Allah bu topraklara girişlerini onlara kırk yıl boyunca haram kılmıştır. Onlar bu toprakları hak etmemişlerdir.
Rivayetlere göre Hz. Yuşa ile Kudüs’e giriş gerçekleşmişse de, bu giriş ilahî emre aykırı şekilde, secde ederek değil, alaya alarak yapılmıştır. Yahudiler bu tavırları ile "seçilmiş kavim" vasıflarını kaybetmişlerdir. Artık "vaat" değil, "lanet" onların payına düşmüştür.
Kur’an’ın bize bildirdiğine göre, Yahudiler Allah’a verdikleri ahdi bozmuş, Hz. Muhammed’in (s.a.v) peygamberliğini inkâr etmiş, gerçek bilgiyi bile bile görmezden gelmişlerdir. Bile bile hakkı gizlemişlerdir. Âlemlerin efendisi (s.a.v)’in vasıfları, onların gelmesini beklediği peygambere çok uyuyordu. Ama gelen peygamberin kendi kavimlerinden olmayışı, hasetlikleri sebebiyle kendi öz oğullarını bildikleri gibi onun da peygamber olduğunu bildikleri hâlde inkâr ettiler. Bu itaatsizlik, şımarıklık onların ilahî lütuf ve fazilet vasfını kaybetmelerine sebep olmuştur. Allah’ın laneti onların üzerine inmiştir; böylece “salih kavim” sıfatı tarihe karışmış, “vaat edilen topraklar” fikri de ilahî meşruiyetini yitirmiştir.
Yani bugün “arz-ı mev‘ûd” diyerek Filistin toprakları üzerinde hak iddia eden Siyonist düşünce, ne dinî ne de tarihî açıdan geçerli bir dayanak taşımaz. Bu düşünce, tahrif edilmiş bir inancın sekülerleştirilmiş versiyonudur.
Onlar açısından yanlışta olsa bu bir gaye… Onların kendilerine göre motivasyonları tam… Bir kısım aklı evveller, "Bu bir komplo, bunlar gerçek değil" diyorlardı. Ama İsrail'in izlediği politikalar, bunun hiç de komplo olmadığını, tamamen gerçekçi bir zeminde ilerlediğini gösteriyor. Nitekim 7 Ekim'de Gazze'ye başlattıkları saldırıda askerlerinin kollarındaki rütbelerinin yanında "arz-ı mev‘ûd" haritasını tüm dünya gördü. Gerçekleri görelim; bu bir komplo ya da bilgisayar oyunu değil. Hedefe kitlenmişler, adım adım hedeflerini gerçekleştiriyorlar. Burada bizi ilgilendiren kısım şu: Arz-ı mev‘ûd toprakları Müslüman coğrafyayı ilgilendiriyor.
Özelde de Türkiye'yi ilgilendiriyor. İsrail’in Arz-ı Mev‘ûd hayalindeKİ Türkiye!
Fırat'la Nil arası, vaat edilmiş toprakların bir kısmı Türkiye'de. İsrail Türkiye'nin Şanlıurfa, Diyarbakır, Mardin, Batman, Siirt, Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa, Adana ve Osmaniye ile beraber, bereketli ovalar ve su kaynaklarını ele geçirmeyi hedefliyor. Üç aşamalı Arz-ı Mev‘ûd planında Türkiye, Filistin’in ele geçirilmesinin ardından ikinci aşamada Ortadoğu ile ele geçirilecek topraklar arasında yer almaktadır.
Müslümanlar olarak bugün sadece siyasî ve ekonomik saldırılarla değil, aynı zamanda psikolojik savaşlarla da yüz yüzeyiz. İsrail’in oluşturduğu “yenilmezlik” algısı, sadece askerî güce değil; zihinlerde oluşturulan bir bozgun psikolojisine dayanmaktadır.
Bu durum, tarihimizde birçok kez yaşanmıştır. Selçuklu askerinin Moğol karşısında sıraya girip, birer birer kelle vermeyi beklemesi; Osmanlı’nın Balkanlar’ı tek kurşun atmadan terk etmesi; hep bu ruhsal çöküntünün neticeleridir. Bir milletin önce zihni fethedilir; sonra bedeni, sonra vatanı...
Selçuklu askeri gibi boynunun vurulmasını mı bekleyeceğiz? Bozgun psikolojisi, yenilmişlik duygusu çok kötü bir psikolojidir; devletler yıkılır, topraklar kaybedilir. Osmanlı, bozgun psikolojisine kapıldığı için tek kurşun bile atmadan Balkanlar'ı kaybetti; savaşa bile girmedi. Selçuklu Devleti de aynı bozgun psikolojisine kapılmıştı. Öyle ki tarihçiler, bir Moğol askerinin 27 tane Selçuklu askerini öldürdüğünü yazar. Selçuklu askerleri öyle bir bozgun psikolojisine girmişler ki sıraya girip son sıradaki adam, ilk sıradaki adama bakarak kellesinin ne zaman alınacağını beklermiş. İşte bozgun psikolojisi böyle bir şey... Teke tek dövüşte ya da iki kişi bile en azından bu Moğol askerini öldürme gücüne sahipken, bu bozgun psikolojisi, yenilmişlik psikolojisi onları mahvetti.
Müslümanların uyanık olması, İsrail'e karşı bozgun psikolojisine girmemesi gerekiyor. Ekranlardaki ABD ve İsrail güzellemeleri bizi etkilemesin.Özellikle ülkemizde maalesef tv yorumcuları bu kara propagandanın etkisi altındalar ve milletimizide etkiliyorlar. Bu programları ayık bir zihinle takip etmemiz gerekiyor. Yoksa zihin dünyamızda İsrail ve abd yenilmez devasa bir güç olarak kalacak.
Vatanı olan ama ideali olmayan milletler, tarihin arşivine kaldırılır. Çünkü toprak üzerine anlam inşa edilemezse, o toprak bir gün başkaları tarafından alınır. İsrail’in arz-ı mev‘ûd hayaliyle yürüttüğü mücadele, bize idealin ne kadar güçlü bir itici güç olduğunu göstermektedir. Bizimse bunun karşısında daha büyük, daha hakiki, daha ilahî bir idealle ayağa kalkmamız gerekir: Ümmet bilinci, tevhid hakikati ve adalet ideali…
Yahudilerin "vaat edilmiş topraklar" iddiası, tarihî ve dinî açıdan çökmüş bir propagandadan ibarettir.Bu propagandanın etkisinden kurtulmak için kendimize ait büyük idealler kuralım. Müslümanların yapması gereken, bu iddiaya karşı ilmî ve siyasî mücadeleyi sürdürürken, kendi medeniyet değerlerine sıkı sıkıya bağlanmaktır. Unutulmamalıdır ki, topraklar ancak imanla, şuurla ve dirençle vatan olur.Bunun yanında en iyi savunmanın hücum olduğundan hareketle Türkiye’nin de proaktif bir dış politika izlemesi elzemdir.
Suriye yıkıldı, Irak bölündü, İran vuruldu… Sıradaki hedefin Türkiye olduğu açıktır. Bu sadece sınırlarımızı ilgilendiren bir güvenlik sorunu değil; aynı zamanda ruhsal ve ideolojik bir kuşatmadır. Eğer bizler de “yenilmişlik” psikolojisine saplanır, büyük ideallerden kopar ve sadece güncel meselelerin dalgasında savrulursak; gelecek nesillerimize bırakacağımız bir “vatan” kalmaz.
Bazı Tarih gerçeklikten eksik te olsa anlatmış, malüm mayınlı araziye girilmiyor, yine de Okumanızı tavsiye ederim.